Önce Adalet


  • 07.09.2010

    Öyle kavramlar vardır ki, çok sık kullanmamıza rağmen tek bir kelime hatta cümle ile anlamını bulmakta güçlük çekeriz. Gerek konusu gerekse yaşamımızdaki uygulama alanı ile bu güçlüğü en çok hissettiğimiz kavramlardan biri de “Adalet” olsa gerek.

    Tarifinin güçlüğüne rağmen hiç şüphe yok ki, önce adalet ile “hak” ve “haklılık”ın bir arada kullanıldığını hepimiz biliyoruz. Adalet için, hakkın gözetilmesi, haklı ile haksızın ayırt edilmesi diyebiliriz. Bir hakkın yerine getirilmesi de adalettir. Adalet, önce hukuk kurallarına uygun olmalıdır. Bir devlet içinde yaşayan herkesin, yasalarla sahip olduğu haklarını kullanması da adaletle sağlanır. ‘hak elde etmek’ ya da ‘haksızlığı kabul ettirmek” insanların toplum içindeki davranışlarıyla ilgili olduğuna göre adalet, ahlak ve din kurallarıyla da çok yakından ilişkilidir. 

    Eski çağlardan beri gerek düşünürler, insanlık için söz sahibi bilge kişiler gerekse toplum ve din liderleri adalet kavramıyla çok yakından ilgilenmişler ve değişik fakat birbirini tamamlayan tariflerle, cümlelerle adalet hakkında düşüncelerini ortaya koymuşlardır. Yunan düşünür Platon’a göre adalet, en yüce erdemlerden biridir ve devletin temel davranış kuralıdır. Aristo’ya göre ise, herkese eşit davranmak hiç de adil değildir. 

    Çinli düşünür Konfüçyüs “Devletin hazinesi adalettir” derken, büyük Hint lideri ve devlet adamı Gandhi, “Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız,” diye seslenmiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed, “Adaleti çiğneyen devlet adamlarını cezalandırmayan milletler çökmek zorundadır,” demiştir ve çok yakından bildiğimiz “Adalet Mülkün Temelidir” deyişi Hz. Ömer’e aittir. Acımasız orduların kumandanı Timurlenk bile, ”Memleketler kılıçla alınır, lakin adaletle muhafaza edilir,” derken adeta kazandığı zaferlerin altında yatan gerçeği açıklamıştır. 

    Gerek tariflerinden gerekse hakkında söylenenlerden yola çıkarak, “Adalet” kavramını sekiz temel üzerinde düşünürüm. Önce dağıtıcı özelliği gelir. Adaletin ana esasları her kesime, her kişiye, her statüye ulaşabilen olmalıdır. İkinci temel, denkleştirici özelliğidir. Aşağıdaki ile yukarıdakinin, azla çoğun farkını gideren adalet gerçek adalettir. Yalansız ve dolansız… 

    Üçüncü olarak, eşitlik ilkesini koyarım. Herkese eşit davranılmalıdır. Dördüncü temel, insan özgürlüğünü teminat altına almalıdır. Ancak bir kişinin özgürlük sınırları bir diğerinin özgürlük sınırlarını kısıtlamamalıdır. Beşinci, olmazsa olmaz şartı dengedir. Denge yoksa, “Adalet var” diyemeyiz. 

    Altıncı sırada, adaleti sağlayan yasalar, hukuk düzeni ve uygulamalar gelir. Bunlar insan vicdanına ters düşmemelidir. Aynı zamanda herkese karşı tarafsız olmalıdır. Kendi menfaati, yandaş hatırı, hısım akraba ricası, dış baskılar olsa bile adalet tarafsızlığını korumalıdır. 

    Yedinci temel hakimiyettir. Adaletin elinde hükmetme, ceza verme ve suçsuzu haklı çıkarma gücü olmalıdır. Bunu yasalar sağlar. Duruşması yapılmadan aylarca, yıllarca hapishanelerde bekletilen zanlıların hakkını yer yüzünde ödeyebilecek, geri verebilecek tek bir merci yoktur. Adalet hakkın gözetilmesi, haklı ve haksızın ayırt edilmesidir. Adaleti koruyan hukuk düzeni, güçsüzleri koruduğu ölçüde adaletten söz edebiliriz. Adaletin var olması, güçlünün hukuku değil, hukukun güçlü olmasına bağlıdır. 

    Sekizinci sırada, hukuk ve yasaların eksiksiz olarak adalete uygun olması zorunluluğu gelir. İnsanlar tarafından yapılan yasaların eksiksiz olması çok zordur. Ancak, mükemmele en yakını kabul edilmelidir. Çünkü adaleti yapan, yasaları oluşturan ve uygulayan insandır, insan ise tabiatı gereği taraftır, yanlıdır, doğuştan egoisttir. Belki de bu nedenle, tüm insanlık tarihi boyunca, hiçbir ülkede, coğrafyada, toplumda “İdeal Adalet” kurulamamıştır. 

    İnsanoğlu asırlardır adalet peşinde koşmuştur. Koşmaya da devam etmektedir. Adaletin önündeki en büyük engel ise, hiçbir yargılayanın kendisini yargılayamamasıdır. Düşünen, karar veren, yapan ve yazan insandır. Kendi çıkarlarına dokunulduğuna her insan, doğal bir refleksle karşı koyar. Kendini “Hep haklı” ya da “Daha haklı” görmek ister. 

    İşte burada hukuktan söz etmek gerekiyor. Hukuk, toplumun genel çıkarlarını, fertlerin ortak iyiliğini sağlamak amacıyla hazırlanan ve kamu gücüyle desteklenen kaide, hak ve yasaların tamamıdır. Bir başka deyişle hukuk, adalete yönelmiş toplumsal yaşama düzenidir. Ancak egosunu ve yanlış tavrını yenebilen insandan tarafsız, adil yasa yapıcıları, doğru uygulayan ve karar verebilen avukat, savcı ve yargıçlar olur. Hakkı teslim edenler ve hakkaniyetle ceza verenler onlardır. 

    İnsan aklının gelişmesi ile bilim ve teknoloji de gelişmiştir. Yaşam biçimi gelişmiş ve zenginleşmiştir. Bunların birleşmesi sonucu özellikle de yirminci asır ile birlikte kullanılmaya başlayan “Sosyal Adalet” kavramı yaşamımıza girmiştir. Sosyal adalet, insanların çalışması, bilgisi, kabiliyeti ve gördükleri iş oranında ve derecesinde haklarını almalarını anlatır. Hiç kimsenin ezilmesine ve sömürülmesine izin vermez. Zayıfların ve güçsüzlerin korunmasını, kollanmasını ön görür. 

    Sosyal adaleti gerçekleştirmeye çalışan da “Sosyal Devlet”tir. Sosyal devlet, milli geliri en adil şekilde dağıtmayı sağlar. Toplum içindeki sınıf farklılıklarını kaldırır, düşmanlıkları sona erdirir. Sosyal adaleti tam olarak yerleştirebilmiş toplumlarda da insanlar, günlük yaşamlarında da, geleceğe yönelik düşüncelerinde de, kendilerini güvende hissederler. 

    Bütün bu düşüncelerimden yola çıkarak, adaletin soyut bir kavram olarak mükemmele doğru yol aldığı görülebilinir. Fakat buna rağmen uygulamada topal kalmıştır. Ama yine de ve en iyi dileklerimle, her vatandaşın adil, tarafsız, bağımsız yargılandığı, her vatandaşın eşit, huzurlu, barış içinde bir düzende yaşadığı, evinde, yolda ve işinde kendisini güvende hissettiği, karakol, mahkeme kapısı korkusu ve endişesi yaşamadığı bir ülkede “Adalet vardır” diyebilirim.