Denizlerimiz Ölmeden


  • 21.07.2010

    İnsanoğlu, yaşama tarihi boyunca deniz ile çok sıkı ilişkiler içinde olmuştur ve olmaktadır. Deniz içinde yaşayan canlıları avlamış, pek çoğunu besin maddesi olarak kullanmıştır. Yerleşimlerinde, denize yakınlığı esas tutmuş, ulaşım için gene denizlerden alabildiğine yararlanmıştır. Gelişen teknoloji ile de bu kullanımlar her açıdan en üst seviyede gerçekleşmeye başlamıştır. Bunları yaparken de, tıpkı doğanın bütününde olduğu gibi har vurup harman savurmuş ve bugünlere gelineceğini hiç hesap etmemiştir.

    Artık hepimiz çok iyi biliyoruz ki, günümüzde insanlığı ve dünyayı tehdit eden en büyük tehlike çevre kirliliğidir. Doğanın ve çevrenin kirlenmesi sonucu, yakın bir gelecekte havada, karada, su ve denizlerde yaşayan canlıların gelişmeleri ve yaşamlarını sürdürmeleri tamiri mümkün olmayan bir olumsuzluğu kaçınılmaz kılacaktır. 

    Diğerlerini bir yana bırakırsak, günümüzde deniz kirliliği, deniz suyundaki oksijenin azalmasının ve içinde yaşayan canlıların zehirlenmesinin kısa tanımıdır. Bunun sonucu da canlıların ve denizlerin tümden yok olması tehlikesidir. Belirli bir ekonomik sistem içinde bulunan toplumlar, “Daha çok üretelim, daha çok tüketelim, daha çok zengin ve güçlü olalım,” mantığı ve hırsı ile iç suların ve özellikle denizlerin kirlenmesine göz yumdular. İnsanoğlu, kısa vadedeki geçim derdiyle, uzun vadedeki geleceğini, kendi eliyle ve gözünü kırpmadan yok ediyor. Denizlerin kirlenmesi, çok yakınlarında kurulmuş yerleşim merkezlerinden, sanayi tesislerinden, gemilerden ve benzeri etkenlerden ortaya çıkmaktadır. Özellikle gemilerin yaptığı kazalar, bilinçli ya da bilmeyerek yapılan kirletmeler hatta petrol sızıntıları da insan eliyle denizleri kirletmenin belli başlı kaynaklarını oluşturmaktadır. 

    TURMEPA (Deniz Temiz Derneği)’nın yaptığı araştırmalar sonucu; 

    Kanser ilaçlarının yüzde 65’inin deniz canlılarından ve bitkilerinden yapıldığı, 

    Denize her saatte 675 bin kilogram çöp atıldığı, 

    Yalnızca ülkemizde, sanayi kuruluşlarının yüzde 98’inde, turizm tesislerinin yüzde 81’inde arıtma tesisi olmadığı, 

    Denizlerdeki çöplerin her yıl bir milyondan fazla deniz kuşunu öldürdüğü 

    Küresel ısınmanın ana nedeninin deniz kirlenmesi olduğu, 

    Ticari olarak avlanan balık türlerinin en az yüzde 

    70’inin gereğinden fazla tüketildiği, 

    Dünyada her yıl 450 milyar metreküp arıtılmamış ya da kısmen arıtılmış çöpün, endüstriyel ve tarımsal atıkların denize atıldığı tespit edilmiştir. 

    Ülkemizin üç tarafının denizlerle çevrili olduğunu düşünürsek, dünyada deniz kirlenmesinden en çok etkilenenlerden biri olduğumuz kaçınılmaz bir gerçektir. Karadeniz’i Akdeniz’e, oradan da Okyanus’a bağlantısıyla, deniz ulaşımı açısından dünyanın en önemli noktalarından birinde bulunuyoruz. Bu da, gerek bizden kaynaklanan gerekse bu yolu kullanan ulaşım araçlarından, ne kadar büyük bir kirlenme tehlikesi daha doğrusu gerçeği ile karşı karşıya olduğumuzu apaçık gösteriyor sanıyorum. Özellikle İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını düşündüğümüzde, daha önceleri yaşadıklarımız gibi, meydana gelecek deniz kazaları, daha doğrusu tanker kazaları sonucu yaşayacağımız tehlike ve kirliliğin riskini aklımızdan bir gün olsun çıkarmamamız gerekiyor. 

    Pek çok konuda olduğu gibi, ülkemizdeki çarpık kentleşme, sanayileşme, tarımsal faaliyetler ve akarsularımızın hor kullanılması neticesinde, çevresel kirlenmede denizlerimizin başı çektiği de inkâr edilemez bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Turizm denildiğinde ilk akla gelen, bizim de içinde olduğumuz Akdeniz kıyılarında kirlenme, endüstriyel gelişme ve nüfus artışının da yüksek oranda olması nedeniyle en üst seviyelere yükselmiş durumdadır. 

    Karalardan yapılan kirletme yanında, doğrudan gemilerin sebep olduğu deniz kirlenmelerine çok dikkat etmek zorundayız. Çevre Bakanlığı’nın verilerine göre, ülke yüzölçümünün sadece yüzde 9’unu kaplayan Marmara Bölgesi, nüfusumuzun yaklaşık yüzde 26’sını, sanayimizin de yüzde 60’ını barındırıyor. 60’lı yılların sonlarına doğru hızlı kentleşme ve sanayileşme, aynı hızla Marmara Denizi’nin de kirlenmesi dönemini başlatmıştır. Çok yakın bir geçmişe kadar doya doya denize girdiğimiz Marmara kıyılarında, artık bırakın denize girebilmeyi, yoğun kirliliği nedeniyle çok zengin bilinen balık türlerini büyüteçle arasak bulamaz durumdayız. 

    Bugün için tek tesellimiz, “Deniz Temiz- TURMEPA-Derneği”nin varlığı ve çalışmalarıdır. Projeler, Koruma Çalışmaları ve Bilgilendirme Materyalleri adı altında üç ana etkinlik ile varlığını sürdüren dernek, amacını da “Gelecek kuşaklara yaşanabilecek bir çevre bırakabilmek, onlara denizlerin ekonomiye, sağlığa ve refaha katkılarından yararlanabilmelerini sağlamak amacıyla kişisel sağlık, refah ve Türkiye’nin ekonomik geleceği için oluşan önemli riskler hakkında kamusal farkındalığı arttırmak, halkı deniz ve sahil çevresinin süregelen tahribatına karşı, müsamaha göstermemeleri konusunda faaliyete geçmeleri için teşvik etmek,” olarak açıklamıştır. 

    TURMEPA ile Yapı ve Kredi Bankası’nın birlikte yürüttüğü “Sınırsız Mavi” projesi kapsamında, 300 bin öğretmene eğitim verilecek, 6 milyon öğrenciye ulaşılacak. Yine aynı dernek, Atık Alım Tekne Projesi, Acil Mavi Hat çalışmaları, Deniz Süpürgesi uygulaması ve okullara, öğrencilere yönelik Alipot Projesi ile yoğun bir etkinlik içerisindedir. 

    Deniz Temiz-TURMEPA-Derneği’nin çalışmalarından övgüyle sözetmeyi bir görev sayıyorum. Fakat yalnızca övgü yetmez. Bir TURMEPA da yetmez. Denizleri temiz tutmak, kıyıları korumak için seferberlik ilan etmemiz gerekiyor. Öyle bir seferberlik ki, eğitimle başlayacak ve ibadet eder gibi 24 saat insanlarımıza, temiz denizin vazgeçilmezimiz olduğu anlatılacak. Deniz mahsullerinin insan beslenmesinde ne kadar önemli olduğu ikna edilecek. Temiz denizin turizmin kalbi olduğu ve turizmin de ülkemizin ekonomik kalkınmasında ne kadar önemli olduğu adeta aşılanacak. 

    Devlet, bilim kurumlarıyla, eğitim kurumlarıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla, basın ve medya ile sıkı işbirliği içerisinde doğa ve denizlerimizin korunması konusunda eğitsel ve uyarıcı görevini yerine getirirken, hukuksal alanda da üstüne düşeni yapmak zorundadır. Gerekli yasaları öncelikle çıkartıp bunları ayırım yapmaksızın uygulamalı, cezai müeyyidelerin caydırıcılığı konusunda ciddi adımlar atmalı ve devlet politikası haline getirmelidir. Son zamanlarda bu konuda yapılan girişimlerin, popülist yaklaşımlarla yarım kalmayacağını umut ediyorum. 

    Her konuda olduğu gibi, hayati önem taşıyan “Denizlerimizin korunması” da devamlılığı şart olan tedbir ve eğitimlerle ancak başarıya ulaşabilecektir. İpin ucunu bırakırsak, telafisi mümkün olmayan zararlarla karşı karşıya kalacağımızın, halkımıza çok iyi anlatabilmek önceliklerimizden biri olmalıdır. Bugüne kadar çok hatalar yaptık, bundan sonra hiç olmazsa elimizde kalanı koruyalım.