Kültür ve Sanat Uygarlığın Sembolleridir


  • 01.04.2015

    Uygarlık, bir toplumun kültürü ile bütünleşen sanat, düşünce, bilim ve teknoloji ürünlerinin tümüyle pratik yaşama yansımasıdır. Binlerce yıl süren gelişmelerin sonucunda insan aklının, emeğinin duygularının bilim ve teknolojinin desteği ile ortaya çıkan birikimidir. Uygarlık bu dünya üstündeki insanoğlunun yaşamını hem kolaylaştırır hem de geliştirir.

    Bir ülkenin ekonomisi, sanayi gücü, tarım sektörü, çalışma hayatı, yaşam tarzı ve düzeyine bakıldığında o ülkenin sanat ve kültür anlayışı ile birlikte uygarlık düzeyi de ortaya çıkar. İlerlemek, gelişmek isteyen ülkeler de öncelikle uygar olmak zorundadırlar. Uygarlık adına da kültürü ve sanatı baş tacı etmek zorundalar. Çünkü bu iki üst düzey süzgecinden ve kontrolünden geçmeyen, desteğini almayan sanayi düzeyi, tarım gücü ve ekonomi asla medeni ülkelerin düzeyine ulaşamaz. Gandhi’nin “Kültür yoksunluğunun sonu hep aynıdır; sefil bir uygarlık ve eli kulağında bir çöküş,” deyişinde yatan gerçek gibi...

    Uygarlık, kültür sayesinde insan yaşamına bilimsel düzeyde yeterlilik kazandırırken sanatın katkısı ile de güzelleştirir. Teknoloji ve donanımlar ne kadar gelişirse gelişsin kültürün ve sanatın inceliği, güzelliği, yol göstericiliği olmadan, uygarlık Hz. Mevlana’nın işaret ettiği “Hoşgörü, bağışlama, koşulsuz sevgi”den yoksun olacağı için tam hız gelişemez. Ancak topallayarak yürür ya da gelişir.

    Ülkelerin birbirlerinden etkilenmeleri ve öğrenmeleri sonucu dünya uygarlığı oluşmuştur. Tarihin derinliklerinden başlayarak Çin, Hindistan, Mezopotamya, Yunan, Mısır, Roma medeniyetlerinin, Avrupa aydınlanma çağının, Amerika’nın, Japonya’nın bu konudaki katkısı ve gerçeği tartışılmaz.

    Kültür, toplumun kimliğidir. Yaşam tarzı, dil, düşünce ve duygu birikimidir. İnançlar, normlar, gelenek ve görenekler, düşünce biçimleridir. Bu manevi öğelerin yanında şehirlerin yapısı, mimarisi, araç ve gereçleri, teknikleri, sanat yapıları, parkları, ibadethaneleri, müzeleri de maddi kültür varlıklarını oluşturur.

    Bir toplumun kültürü kendine özgüdür, tarihine özgüdür. Bu kültürü de, akıl birikimi, bilim çalışmaları ve o toplumun yaşama süreci ile çoğunluğun benimsediği yaşam tarzı oluşturur. Toplumun bireyleri de kültürü taşıyan canlı unsurlardır. Antropolojinin kurucularından Edward Burnett Tylor’ ın kültür tanımlaması; “Kültür bilgilerden, inançlardan, sanattan, ahlaktan ve insanın topum içinde yaşaması nedeniyle edindiği bütün diğer yetenek ve alışkanlıklardan oluşan karmaşık bir bütündür,” şeklindedir.

    Kültür durağan değildir ve zaman içinde değişir. Farklı kültürler birbirlerini etkiler. Kültür alış verişi sonucu toplumsal değişimler yaşanır. Bu alış veriş insanların birbirini tanımasını, daha sevecen ve hoşgörülü olmasını sağlar. Toplumsal kültürler zamanla dünyanın ortak kültürü haline dönüşebilir. Örneğin, yoğurt ve nazar boncuğu nasıl ki Türkiye’den, tütün içimi Amerika yerlilerinden yayılmışsa, spagetti de İtalya’dan  yola çıkarak dünya yemeği olmuştur. New York şehrinin daha çok yeni Türk simidiyle tanıştığına yakından tanık olduk.

    Toplumdaki kültürel değişim maddi öğelerde daha hızlı gerçekleşir. Manevi değişimler ise zaman alır. Hatta bu hızlı değişim ve gelişim toplum tarafından çok çabuk kabul görmesine rağmen, yaşama kültürüne aynı hızla ayak uyduramayabilir. Örneğin 1990’ların başında kullanılmaya başlayan “Cep telefonu” çok kısa zamanda dünyayı sarmıştır. O kadar ki, cep telefonunu ulu orta her yerde yüksek sesle konuşarak kullanan, sinema, tiyatro, konser, seminer gibi ortamlarda bile açık tutan çok sayıda kullanıcı bulunmaktadır.

    Kültür düzeyi yükselen toplumlarda “Sanat”ın yükselişi de yadsınamaz. Sanat, insanın duygu, düşünce, coşku, ilham ve hayal dünyasının; çizgi, ses, biçim, renk, ritm aracılığıyla güzel, özgün, etkileyici ve işiterek, görerek, okuyarak izleyeni de bir üst boyuta davet eden biçimde ifade edilmesidir.

    Dilimize yerleşen ve sık kullandığımız, “Etkileme sanatı” “Güzel konuşma sanatı” “Yaşama sanatı”, sanat kelimesinin çağrışım gücünden yararlanılarak oluşan kelime gruplarıdır. Diğer bir deyişle, bir işte, bir etkinlikte, bir eylemde güzel ve etkileyici niteliklerin bulunması, onu sanata yakın kılar. Bir işi ne kadar yüceltebiliyor, coşku ve içtenlikle yapıyorsak, yaptığımıza ne kadar güzel, etkileyici ve özgün bir hava katabiliyorsak, “Sanat Boyutu”na o kadar yaklaşmış oluruz.

    Buradan yola çıkarak, sanat konusunda aydınlanmamız gereken ince bir noktaya da değinmeden geçmek istemem. Sanat, yalnızca duvardaki bir tablo, şehir parkındaki bir heykel, bir süs eşyası değildir. Gösteriş ve övünme nedeni de değildir.

    Sanat, insan yaşamı ile bütünleşen saygıdır, hoşgörüdür, güzelliktir, insan ve doğa sevgisidir, çevreciliktir. İyilik, güzellik, doğruluktur. Çünkü sanat insanın benliğini geliştirir, duygularını yüceltir, eğitir, ruhunu esenliğe ve diriliğe kavuşturur. Tolstoy’un dediği gibi, “Sanatın amacı, duyguları ortaya çıkarmak, insanları doğru yola ve mutluluğa ulaştırmaktır...”

    Toplum bu kavramları gündelik yaşamında uygularsa insanların yaratıcı güçleri, daha güzeli, daha iyiyi görme, tanıma ve yaşama aktarma güçleri bilenmiş olur. “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir,” deyişiyle Atatürk’ü bir daha saygıyla anarken, kültür ve sanatın bir toplum için ne denli önemli olduğu düşüncemi, “Sanat ve kültürde bir yere varamamış hiç bir ülke sanayide, ekonomide ve teknolojide gelişemez, uygarlık yarışında ön saflarında yer alamaz,” diyerek noktalamak istiyorum.