Komşuda Pişer...
-
01.09.2017
Gerçek komşuluk anlayışı ve kavramının, Türk toplumu için asla tarihin eskimiş sayfalarında kaybolup gitmiş olmamasını dilerdim. Hakkında söz söylenirken de, “Bir zamanlar” diye başlamamak olurdu bir dileğim. Fakat ne yazık ki, “Evet... Bir zamanlar,” insanlarımız ev almaz, komşu alırlardı. “Komşuda pişer, bize de düşer,” anlayışı, dar zamanda, yokluk günlerinde somut bir teselli cümlesi idi. “Komşu, komşunun külüne muhtaç” olduğunu bildiği için, gözü gibi bakardı komşusuna. Komşunun adı geçtiğinde, akan sular durur, sevinç, üzüntü, acı, gözden akan yaş, gönülden gelen kahkaha ve bir dilim ekmek paylaşılırdı.
Evin hanımı oğluna ya da kızına seslenir, “Hay Allah, tam yemeği ocağa koyacaktım. Evde soğan kalmamış. Komşumuz Sevil Hanım’a bir sor, varsa iki soğan alıver. Bir soğan için bakkala kadar gitmeyeyim bu saatte!.”
Ya da “Görüyor musun başımıza gelenleri kızım, Ali amcanlar ve komşuları aniden bize geleceklerini bildirdiler. Koş, komşudan üç, dört iskemle isteyiver. Yarın sabah iade ederiz. Selam söyle, teşekkür etmeyi unutma ha...”
İhtiyaç ve sorunları çözme komşularla, komşularda vücut bulurdu. Bir tür dayanışma oluşur ve sürüp giderdi. Bu dayanışmada kimi zaman kollama da vardı. Komşu, komşuyla gönülden ilgilenir, “Nasılsınız? Hastanız nasıl oldu? İlaçları bulabildiniz mi? Bizim eczacı bir akrabamız var. Ona soralım mı?” türünden yaklaşımlar ve konuşmalar günlük sıradan olaylardı.
Eskiden yazlık sinemaya komşular minderlerini alıp birlikte giderlerdi. Amaç, yaşamı paylaşmaktı. Pek çoğumuz bisiklete binmeyi, komşunun oğlundan öğrenmişizdir. Geç saatte ateşlenen bebeğimiz için dereceyi komşudan isterdik.
Ticaret hayatımızda da önce komşuluk hakkı korunmaz mıydı?. Özellikle Anadolu’da sabah siftah yapmış dükkan sahibi, kendisine gelen bir diğer müşteriyi kibarca siftah yapmamış komşusuna yönlendirirdi. Ya da siftah yaptıktan sonra, gider ve komşu dükkana siftah parası bırakırdı.
Bu örneklemelerden yola çıkarak, Türk toplumunun tarihinden miras aldığı beş temel komşuluk ilkesini; komşu hasta ise ziyaret etmek... Darda kaldığında yardımına koşmak... Cenazesinde bulunmak... Çocuklarını okutmakta zorlanıyorsa, el verdiğince yardımda bulunmak... Nişan, düğün gibi özel günlerde madden ve manen yanında olmak... şeklinde sayabiliriz sanıyorum. Hep birlikte vakit geçirmek de komşular arasında dayanışmadan öte bir “yaşam biçimi” göstergesiydi.
Tarihimizin, geleneklerimizin, göreneklerimizin, edebiyatımızın, destanlarımızın ve dinimizin vazgeçilmez öğesidir komşuluk ve halk şairinin dilinde:
Komşu vardır huzur verir
Komşudur, derde derman
Komşu vardır can yoldaşı
Komşudur kötü günün arkadaşı
Komşular gönüldür, maruftur insan sevgisine
Komşuluk aşkıdır, yer etmiştir ülkemin tarihine
Şeklinde can bulmuştur.
Siz, biz, hepimiz daha sevgi dolu, güven duyan, güvenilir olan, fedakar kısaca daha ”insan”lardık. Fakat maalesef günlük yaşantımızın önemli bir zamanını, hızlı iletişim uğruna yüksek teknolojiye teslim ettik. Ve bugünkü tablo çıktı ortaya!.
Önce kişisel, ardından aile içinde ve devamında apartmandaki yan daire, tarla komşusu ile soğumaya başladı aralar. Olumsuz davranışlar, asık suratlar, sevgisiz bakışlar hepimizi fazlasıyla üzüyor belki ama güzelliklerine dönüş içinde yeterli bir çaba var diyemeyiz. Çaba olmadığı gibi bu olumsuz yaklaşımlar komşudan, bütün bir topluma hatta tüm dünyada “insani bozulma”ya kadar varmış durumda.
Kişi önce “kendi kapısının önünü” temizlercesine, akıl ve gönül dünyasını temizlemelidir. Terbiye etmesi gereken nefsinden kaynaklanan doymak bilmez isteklerini abartarak, aile gibi, komşu gibi içinde bulunduğu düzene hizmet etmeden, doğayı ve dünyevi nimetleri hoyratça kullanarak, bütünlüğün farkına varmadan, insanlığın ulaşması gereken birlik kalıbına dökülemez.